Lozan Hezimeti

Lozan

    Cumhuriyet’in ilan edilmesi sürecinden önce devletin uluslararası tanınması anlamında Lozan Sulh Muahedenamesi’ni incelememiz gerekmektedir. Lozan, Milli Mücadelemiz neticesinde elde ettiğimiz şerefli başarımızın neticesidir. Bu cihetle Lozan’ı inceler iken hem ekonomik olarak sonuçlarını hem siyasal sonuçlarını hem de toprak bütünlüğü olarak sonuçlarını ayrı ayrı değerlendirmemizde fayda vardır. Lozan ile ilgili ilk başta kahramanlık öykülerine yer vermek zorundayız. Tarihe Giriş kısmında açıkladığımız gibi yaşadığımız devlet ideolojisini zorla insanlara ezberletmeyi amaç edinmiş haldedir. Lozan ile ilgili en popüler savunma sözlerini inceleyelim.

– Lozan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş belgesidir.
Bu ifade hiç kimse tarafından zaten kabul edilmeyecek bir ifade değildir. Ancak “kuruluş belgesi” halinde olmasının, başarılı bir muahede olması için geçerli bir maazeret olmayacağı çok açıktır. Tarih boyunca bir çok devlet stratejik sebeplerden dolayı diğer devletler tarafından kabul edilmiş ve tanınmıştır. Kaldı ki ecnebilerin stratejip sebeplerinin yanında kurulmuş olan devletin geldiği hal göz önüne alındığında 90 senede 2 darbe, 1 darbeye teşebbüs ve Azade’den(1) tutun Pkk’ya kadar bitmek tükenmek bilmeyen bir terör ve sair devletin temelinin de zayıf olduğunu göstermektedir. Sonuç itibariyle bir devlet kuruldu diye muahedenin her türlü olumsuz maddesini her zaman kabul veyahut zafer olarak görmek ahmaklıktır. Çünkü biz “savaşı kaybederek” değil “savaşı kazanarak” devlet kurduk. Savaşı kazandığımızdan gayet tabiki bir devlet sahibi olmamız icap eder. Hem savaşı kazanıp hemde de devletimizden mi olacaktık? Buna mı ancak hezimet diyeceklerdi?

-Dönemin Şartları Gereği Kurtarılabilecek Şeyler Kurtarıldı.
Bu madde kaypak bir maddedir. Dönem şartları dediğimiz vakit Meclis’in o dönemdeki hali muhakkak aklımıza gelmekte ve ekonomik alanda detaylarını inceleyecek olduğumuz harabe göz önüne gelecektir. Ancak sistem uşaklarının atladıkları çok önemli bir husus vardır. Dönemin şartları madem o kadar ehemmiyetliydi de neden kaybedilmiş bir savaşın “projesi”  (2) ile kazanılmış bir savaşın muahedesi mukayese edilir?Dönemin şartlarına ehemmiyet veriyorlar ise gerçekten Lozan ile Sevr’i kıyas etmemeleri gerekir. Netice itibariyle Lozan, kazandığımız bir harbin muahedesi, Sevr ise kaybettiğimiz bir harbin projesi. Kazandığımız ve kaybettiğimiz bir harbin şartları aynı mı olacak? Lozan için şartları öne sürenlerin tamamına gidip bakın mutlaka ki Serv ile Lozan’ı mukayese etmişlerdir. Hal bu ki söyledikleri sözlerin arasında çelişkiler vardır. Buradan da şöyle bir netice çıkmaktadır ki Lozan, ancak Sevr gibi bir ölüm “projesi” karşısında zafer olarak görülebilir. Kazanan devletin şartları bazında incelendiğinde zaferden oldukça uzak olduğu, diğer bir değişle harp alanında elde edilen şerefli mücadelenin masa başında diplomatik beceriksizlikler (3) neticesinde kaybedildiğini gösterir.

-Lozan O Dönemden Kalan Tek Yaşayan Muahededir.
Zannedersem iddiaların veyahut destekleme kurnazlıklarının içerisindeki en gülünç savunma cümlesi budur. Bir muahedenin başarılı olması zamana mı bağlıymış? Böyle bir mantık dünyada kaç kere görülür bilemiyorum ama cevap vermeye bile çok fazla ihtiyaç hissetmediğim tuhaf bir iddia ancak tek bir hususa değinmek lazım ; Biz o muahedeyi müdafaa etmek için hiç bir çaba sarf etmedik ki. Eğer gerçekten bizim lehimize ise ecnebilerin değiştirme teşebbüsünde bulunması gerekirdi. Ancak bizim sadece boğazlar için dahi yapılması muhtemel bir “projemiz” neticesinde onbinlerce insan ecnebilerin oyununa gelmiş ve ortalık savaş alanına dönmüştür. Ne hikmet ise tek bir maddesinde dahi değişiklik var diye tüm dünyada olay olmuş ve tüm dünya hükümet aleyhine propagandalara başlamıştır. Meğerse bütün dünya bizim lehimize olan bir muahedenin yürürlükte kalması için ne kadar da hevesliymiş… (4) Anlayacağınız tek bir maddesinin bile değişikliğe uğramasına bile dünya kıyameti kopartmış iken bu kadar zamandır hayatta kalmasına zafer demeye ne denilir bilemiyorum. Harp Sebepleri Bir devlet harbe ne için girer? Harbin neticesindeki muahedenameyi inceleyecek isek önce harbin sebeplerinden bahsetmeliyiz ki neticeleri de amaç gerçekleşmiş mi belirleyebilelim.

Bir harp aşağıdaki sebeplerden dolayı çıkar
1) Ekonomik talepler için.
2) Stratejik konumları alabilmek için. (Toprak)
3) İstiklal için.
4) Din için.

Lozan Sulh Muahedenamesi’ni de tetkik eder iken bu kaideleri göz önüne alarak hareket etmemiz icap etmektedir. Zira düşman saldırırken, biz de savunurken yine bu amaçlar için mücadele verdik. Şimdi Lozan’ı değerlendirmeye başlayabiliriz.

1) EKONOMİK ANLAMDA LOZAN

Lozan Sulh Muahedenamesi gereğince olayın ekonomi ile alakalı olan kısımları 1a) Tazminat meselesi 1b) Musul 1c) Borçlar 1d) Kapitülasyonlar şeklinde ayırabiliriz. Bu 4 meseleyi ayrı ayrı incelemeye başlayalım

1a) Lozan’ın Tazminat Konusundaki Neticeleri
Normal şartlar altında biz savunan taraf olduğumuzdan ganimet değil savaş tazminatı almamız gerekirdi. Lozan’ın 59. Maddesi gereğince Yunanistan suçlu bulunmuş ve tazminat ödemek zorunda kalmıştır. (Yunan soykırım girişiminin detaylarını birazdan okuyacaksınız ve bu yaptıklarından ötürü suçlu bulunmuştur) Ancak bizim çok değerli heyetimiz, Yunanistan’ın maddi durumunun zorluğunu göz önüne alarak bu haktan vazgeçtik. Hatta İsmet İnönü verdiği demeçlerde “çok büyük bir fedakarlık örneği gösterdik” sözünü sarf etmek zorunda kalmıştır. Aşağıda Yunan askerlerinin yaptıklarını okuduğunuzda “Yunanistan’ın maddi anlamda zor durumda olduğu için” tazminattan kat’i suretle feragat etmemizin Türk halkının şerefiyle nasıl oynandığını daha net anlayabileceksiniz. İşin garip yanı şudur ki Lozan’ı savunan insanların dillerinden düşürmediği yegane çapulcu sözü “babanızın kim olduğunu bilemezdiniz” sözleridir. Aşağıdaki raporları okuyun ve kimin sayesinde ne hale geldiğimizi, kimin sayesinde şerefimiz ile dalga geçildiğini daha net anlayın.

YUNAN MEZALİMİ

Şunu belirtmek isteriz ki aşağıda yer alacak bilgiler, 1926 yılında Dahiliye Nazıriyesi bünyesinde ve Silahlı Kuvvetler subaylarının ve Kızılhaç Heyetinin* hazırladığı raporlardan oluşmaktadır. Mevcut raporlar ile ilgili KAT’İ OLAN BİR GERÇEK VARDIR Kİ, BU RAPORLAR TÜM VAHŞETİN BELKİ YÜZDE BİRİNE TEKAMÜL EDER. Tüm vahşetin resmiyete dahil edilmesi tahmin edersiniz ki mümkün değildir. Bu cihetle okuyacağınız felaketlerin yüz mislini yaşadığımız gerçeğini düşünerek “Yunanistan’ı paraları yok diye afv etmemizin” manasını kavrayınız.

* Kızılay’ın insanlık suçlarından ötürü çağırmak zorunda kaldığı Kızılhaç heyeti, iki elip halinde gelmiştir. En meşhur üyesi A.Toynbee’dir. Manchester Guardian  yazarı olan Toynbee, bir aynı zamanda tarihçidir. Ermeni soykırım yalanı ile ilgili yazdığı kitap haricinde bu konu ile ilgili aktardığı bilgiler sabittir.

Hayvan işgali 15 Mayıs 1919 tarihinde başlamıştır. Mondros mütarekesinin 7. maddesi gereğince ecnebiler riskli gördükleri bölgeleri işgal etme hakkına sahip oldular. İlk Yunan işgallerinin de temelinde bu madde yatmaktadır. Venizelos’un (5) Osmanlı döneminde çoğunluğu hapishaneye atılmış Yunan insan müsveddelerinden mürekkeb işgal kuvveti, ilk vahşetini işgalin ilk günü gerçekleştirmiştir. 15 Mayıs 1919 tarihinde rıhtım yolundan ilerleyen Yunanlılar nereden geldiği belirsiz bir ateşin açılması üzerine yarım saat boyunca kışlayı taramışlar (her hangi bir karşılık gelmemesine karşın) ve Ziraat Bankası’na saklanan kadın ve çocukları şehit etmişlerdir. Ardından beyaz bayrak çeken vali ve memurlar esir alınmış ve dipçik darbeleri ile yaralanarak odun ile dövülmüştür. Rıhtım boyunca sivil Rumların(6)  da yardımları ile zincir ve odunlar ile dövülerek şehit edilmiştir. Bir kaç gün içerisinde “tespit edilen” kadarıyle ölen sayısı 2.000 civarına ulaşmıştır. Daha ilk günlerden itibaren raporlardan da anlaşılacağı üzere evlere baskınlar yapılıp, ailelerdeki kadın ve kızların koca ve anne-babalarının gözleri önünde ırzına geçilmiştir. Sadece İslam ahalisinin değil, Hristiyan ahalisinin de dükkanları yağmalanmış, kasaları kırılarak değerli olan ney var ise yağma edilmiştir. Ayrıca Türk subay ve sivillerinin toplu halde gemilere götürülerek katledildikleri de sabittir. (7) Hukuk-ı Beşer Gazetesi sahibi Tahsin Recep Bey, parça parça edilerek şehit edilmiştir. Limandaki gemisinden  olayları seyreden Walter David, su diye inleyen Türk askerlerine Rum kadınlarının işediğini görmüş ve bunu eserinde yazmıştır.(8)

Ek 1 Kısım 1Ek 1 Kısım 2

Resim 1 : İlk Yunan işgalini anlatan 15 Mayıs 1919 tarihindeki katliamları gösterir İzmir Jandarma Komutanı’nın Genel komutanlığa göndermiş olduğu rapor.

Bunların haricinde hemen her sokakta şehid edilmiş insanlarımızın bilgileri mevcuttur. Konumuz icabı zaten yüzde birine bile tekamül etmeyen raporları biraz daha sadeleştirmekteyiz. Ali Fuat Paşa’nın Harbiye Nezareti’ne gönderdiği rapora göre (9) Kışlaya ilk kez Yunan saldırısı gerçekleştiğinde perdeyi beyaz bayrak şekline getirip camdan güç bela çıkarttıkları söylenir. Ancak söz üzerine aşağıya inen subaylarımıza her türlü hakaret ve fiili müdahalede bulunulmuş, fesleri yerlere atılarak üstünde tepinmişlerdir. Subayları soyduktan sonra Allah’a (C.C.) , Peygamberimize (S.A.V.) ve subayların ırzlarına namuslarına akla hayale gelmeyecek HAŞA! hakaretler HAŞA! etmişlerdir. Yarbay Cemil Bey, rıhtım yolunda ağır yaralandıktan sonra “ya hastahaneye kaldırın ya öldürün” diye Türkçe bilen subaylar vasıtasiyle bilgi verilmesine müteakip Cemil Bey zorla ayağa kaldırılarak “Türk’e hastahane yok” sözleri eşliğinde iki dipçik darbesiyle daha kötü vaziyette getirilmiştir. Ardından İtalyan torpiline bir şekilde kaldırılan Cemil Bey orada yaraları sarıldıktan sonra İtalyan Hastahanesi yerine “yanlışlıkla” Yunan hastahanesine gönderilmiştir. Ardından da yaraları daha da kötü hale gelmiştir. Mösyö Arturut’un doktorunu göndererek Cemil Bey’i İtalyan Hastahanesine naklettirmesi sonucunda tedavi altına alınmıştır. Hadisenin tamamı yine 14. Klasör ve 55. Dosya’da bulunan raporda bulunmaktadır.

Ek 2 Kısım 1Resim 2
Resim 2 (1)Resim 2 (2)

Resim 2 (3)

Resim 2 :İlk Yunan işgalini anlatan 15 Mayıs 1919 tarihindeki katliamları gösterir Ali Fuat Paşa’nın raporu

Raporun devamında 30 kadar subay, yüzlerce er ve binlerce sivil halkın şehit edildiği yer almaktadır. Rıhtım kenarına çekilen şehitlerimizden kimisinin boyunlarının kulaklara kadar kesildiği kimisinin ise hayvan pisliği içerisinde tutularak üzerine deniz suyunun pompalandığı tespit edilmiştir. Vapura getirilen diğer kafilelere de aynı işkencelerin yapıldığı bildirilmiştir. İşgal günü bir çok subay esir alınmış, ailelerinin namusları kirletilen evleri yağma edilmiştir. Balçova’dan gelen kadınlardan sapıtmış Yunan askerlerine rastlayanlardan hemen hepsinin namusları kirletilmiştir. İzmir ve çevresinde bulunan bahçelerde ele geçirdikleri tüm kadın ve erkekleri katlederek yolun kenarına bırakmışlar ve bir süre sonra kokuşmalar başlamıştır. İçeride genç kadın veyahut kız bulunduğu haber alınan her eve baskınlar düzenleyen hayvan sürüleri baskınlar yapıp her türlü kötülüğü yapıyorlardı. Hatta rıhtıma yanaşmış bir İngiliz zırhlısının mürettebatı dahi bu vahşete tepki göstermiş ve ve bir Fransız dritnotu limanı terk etmeye mecbur kalmıştır. (10)

Ayrıca İzmir’de Hrisostomos’dan da bahsetmek gerekir. Adı geçen rezil herif bir papaz olup, İzmir’in yaşadığı felaketlerden ciddi derecede sorumlu idi. Türk koruması altında yıllarca özgür bir şekilde yaşamış olan bu yaratık, İzmir Baş Metropoliti idi. 15 Mayıs 1919 da topraklarımıza gelen hayvan sürülerini takdis etmiştir. Türk kanı dökmenin sevap olduğunu hayvanlara anlatan bu cibiliyetsiz, ayrıca işgalden önce “kurtarıcılarımız yarın gelecektir” diyerek içindeki mayası bozukluğu daha işgalden önce göstermiştir. (11)

15 Mayıs 1920 tarihindeki meclis tutanaklarında (Osmanlıca) bu yaratıktan bahsedilmektedir ve Türklerin yok edilmesi için uğraştığı anlatılmaktadır. (12) İzmir’in geri kazanılmasından sonra halk tarafından linç edilerek öldürülmüştür.

Sadece İzmir merkez bölgesinde ve ve sadece ilk günlerde yaşanan bu vak’alar dahi, yıllarca süren bir işgalin nelere mal olabileceği ile ilgili ön bilgiler vermektedir. İşgal edilen ve yağmalanan bölgelerin listeleri aşağıda bilgilerinize sunulmuştur. Her bölgede yukarıdaki raporlar gibi vahşetler işlenmiş olup, teker teker yazmaya lüzum yoktur. hayvan sürülerinin ne şekilde hareket ettiği yukarıdaki raporlardan yeterince anlaşılmaktadır. Aşağıdaki listede yer alan yerlerin aynı facialardan geçtiğini göz önüne alınız. Sadece insanlık aleminde pek sık rastlanamayan facialar/yöntemler ayrıca yazılacaktır. Bunların haricinde tüm işgal bölgelerinde halkın Hristiyanlaştırılması faaliyetleri başlamıştır. Toplu Hristiyanlaştırmaların yanı sıra kızların Hristiyanlarla evlendirilmeleri de vuku bulmuştur.(13)

– Urla ; Çok sayıda sivil halk öldürülmüş, direnmeye çalışanlar da bir süre sonra destek kuvvetler gelince direnci kırılarak bölgeyi teslim etmek zorunda kalmıştır.
– Bornova ; Evler soyulmuş, ırza geçme hat safhaya varmıştır. Bir çok Müslüman boğularak, süngü ile veyahut kurşunlanarak katledilmiştir.
Cumaovası – Görece ; Yağmalanmış ve halkı göç edilmeye mecbur bırakılmıştır.

Raporlara devam etmeden önce bu hayvan sürülerinin nasıl insanlıktan çıktığı, tarih boyunca felsefeleri ile övünen bu kabilenin aslen ne olduğu hakkında bilgi vermekte fayda var diye düşünüyorum. Greek kelimesi (yunan) bir çok lügatte “hırsız” manasına da gelmektedir. Bu tanımlama bile Yunanlıların “helen” varisi olamayacakları için kafidir. Kızılay’ın çağırdığı Kızılhaç Heyeti Mümessili M. Gehri’nin raporunun netice kısmındaki şu sözlerine dikkat buyurun ;

“Yunanlılar son derece korkak. Korkak olanlar kendilerine bir başkasının galip geleceğini zannederek ellerine geçen fırsatlarda çok zalim olurlar.

Yunanlılar, bize kitaplarda okutulan Elen Medeniyeti’nin varisi değildirler. İstila orduları, girdikleri memleketlerde yerleşmek isterlerse zulümden ve işkenceden vazgeçerler. Yunanlılar burada bir gün mağlup olacaklarını ve kendilerinden intikam alınacağını sezmişler ki bu vahşeti işlediler.
Türklerin bu zulüm ve işkencelerinin acısını alacaklarını tahmin ediyorum. Nitekim Eskişehir’de başlayan çözülmenin pek feci olduğu haberleri geliyor.
Yapılan bu vahşetin hesabı çok uzun sürecektir. Türkler hafızaları zayıf bir millet değilseler, komşularına pek güler yüzlü olmayacaklardır.” M.Gehri – Kızılhaç Mümessili

Yunanlıları bu kadar azdıran diğer bir husus ise Megali İdea’dır. Yunanca’da “Büyük Fikir – Büyük Ülkü” manasına gelen bu düşünce neticesinde hayvan sürüleri topraklarımızda hayallerini gerçekleştirmek için insanlıktan çıkmışlardır.  İngilizlerin hayvan sürülerine İzmir ve Batı Anadolu’yu vermesi fikrinin  de Megali İdea’yı gerçekleştirme umutlarını arttırmıştır. (14) Şüphe yok ki İngiltere bu adım ile sadece hayvan sürülerini memnun etmeyi amaçlamayacak, aynı zamanda ticari yolların muhafızlığını da onlara yükleyerek kendi çıkarlarını da kollayacaktır. (15)

Bu kısa bilgilerin ardından raporlarımıza devam edelim ;

– Sivrihisar ; Askerlerin silahları toplatılmış silah arama bahanesiyle evlere girilmiştir. Memleketin ileri gelenleri Rum mektebine gönderilerek zulüm görmüşlerdir. Behçet Bey, saklandığı yerde yakalanmış ve köpek gibi başına tasma geçirilerek sokakları süpürttürülmesi şeklinde hakarete maruz bırakılmıştır.
– Yüzbaşı Mustafa’nın ailesini yerleştirdiği evin kirasını ödemek için gittiğinde Basmane civarında karşılaştığı iki Yunan askeri tarafından tartaklanmış, başındaki fes yere atılarak “domuz Türk artık fes yerine ŞAPKA giyeceksiniz” diye hakarete maruz kalmıştır. (16) Havacı bir subay ile bir sivil görevlinin evleri basılmış, kendileri hapse götürülürken tayyare subayının ailesine tecavüz edildikten sonra “4-5 yaşlarındaki kızlarının da parmak ile kızlık zarını delmişlerdir.”

– Akhisar Belediye Reisi Vekili tarafından gönderilen telgrafta yapılan zulme karşı acil ve kat’i çözümler  gerektiği, aksi halde doğacak sonuçlardan mesuliyet kabul edilmediği bildirilmektedir.(17)
– Kuşadası Kaymakamının göndermiş olduğu telgrafta, halkın katledildiği, trenler durdurularak Müslüman ahalinin tecavüze uğramasının ardından öldürüldüğü bildirilmekte ve acil yardım istenmektedir. Telgrafta bir milyon Türkün zor durumda olduğu, Büyük Menderes nehrinde binlerce Müslüman  cesedinin olduğu bildirilmektedir. Kuşadası metropolidi tarafından Kuşadasındaki Rumlara Yunan askeri elbiseleri giydirildikten sonra İslamı katle başladıkları, kadınları soydukları bazılarını katlettikleri bildirilmektedir. (18)
– Aydın ve havalisi Kuva-yı Milliye Umum Kumandanı Demirci Mehmet Efe tarafından İzmir Müdafa-i Hukûk-ı Osmaniyye Cemiyeti ve Düvel-i İtilafiye Fevkalade Komiserlikleri’ne verilen bilgilere göre;
İşgalle birlikte Yunanlıların Türkleri sıkı bir takibe aldığı, esir olarak aldıkları Müslümanları burun, kulak ve cinsel uzuvlarını kesmek suretiyle işkence yaparak öldürdükleri, çok sayıda Türkü tutuklayarak hapse attıkları ve buralarda işkence altında katlettikleri, İzmir’de İslâm mahallelerini abluka altına alarak makinalı tüfeklerle taradıkları, silahlı
Rumların sokaklarda gösteri yaptıkları, akşam sokakta rastladıkları Türklere ateş ettikleri ve bir çoğunu şehit ettikleri, evlere girerek işkence ve yağma yaptıkları, yayınlanmakta olan gazetelerin sahipleri ve yazarlarının tehdit edilip hapis ve para cezalarına çarptırıldıkları bildirilmektedir. (19)
– İzmir Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniyye Cemiyeti’ne gelen telgraflarda henüz sünnet olmamış İslam çocuklarının Rum ve Yunanlılar tarafından zorla kiliseye alındığı bildirilmektedir. (20)
– İşgal sırasında sadece katliamlar değil, katliamlardan kaçan göçler ve bölgenin mesken haline getirilmesi de büyük sıkıntılar çıkartmıştır. Öyle ki İzmir Muhacirin Dairesinin telgrafında, İzmir ahalinin bölgedeki göçler ve Rumların iskan edilmesinden ötürü muhacir duruma düştüğü bildirilmektedir.(21)

Tüm facialar ile ilgili katliam raporları binlerle ifade edilebilen sayfaları bulmaktadır. Konumuz Yunan Zulmü olmayıp, sadece afv ettiğimiz insanların yaptıklarını göstermek maksadı taşıdığından bu kadarını kafi görmekteyiz. Detaylı bilgileri ilerleyen zamanlarda Osmanlı İmparatorluğu başlığı altında Milli Mücadele Yılları adı ile inceleyecek, tüm raporları ifşa edeceğiz. Ancak şu ana kadar ortaya koyduğumuz raporların yukarıda da belirttiğimiz gibi “gerçekleşen vahşetin ancak tespit edilebilen kısmının fazlasıyla sadeleştirilmiş olduğu” gerçeğini unutmayınız. Raporların detaylarını merak eden ziyaretçilerimizin,

– Türkiye’de Yunan Vahşet ve Soykırım Girişimi – Em.Kur.Alb. Talat Yalazan Genelkurmay Basımevi / 1994 (2 Cilt)
– Yunan Mezalimi “Türk’ün Siyah Kitabı” – Kadir Mısıroğlu / 1966
– T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı / Arşiv Belgelerine Göre Balkanlar’da ve Anadolu’da Yunan Mezalimi I ve II nolu çalışmalar Yayın Numaraları 22 – 30 / 1995 – 1996

Çalışmalarına göz atabilirler. Bu çalışmalarda diğer bölgeler de yer almaktadır.

Netice itibariyle yazmakta dahi zorluk çekeceğimiz hacimdeki bu vahşetin “Yunanistan çok gariban” bahanesiyle göz ardı edilmesinin hiç bir mazereti bulunmamaktadır. Bu teslimiyet, bizleri yıllar boyu sürecek ekonomik sıkıntılara sürüklemiş ve tarihe iffetini muhafaza ederek nam salmış bir kabilenin ne hale geldiğini göstermektedir. Elbet bir gün yapılanların bedeli sorulacak, Türk’ün adaletiyle yaşayıp arkadan hançerleyenler hesap vermek zorunda bırakılacaktır. Allah (c.c.) bizlere o günleri göstermeyi nasip etsin.

1b) Musul Meselesi

Musul, Misak-ı Milli kararlarına göre bizde kalması gereken, hukuken de Osmanlı Hanedanı’na ait olan bir bölge idi. Sanayi devrimi neticesinde Osmanlı’nın devrimlere yeterince ayak uyduramaması ve geri kalması, 20. asrın en ehemmiyetli mevzusu olan enerji bölgelerinin ehemmiyetini daha da arttırmaktadır. Musul’un ehemmiyetini daha iyi kavrayabilmek adına geçmişteki bir kaç ekonomik krizin yol açtığı sermaye yükselişi ve enerjinin birim fiyatlarına göz atmak gerekmektedir. Dünya üzerindeki krizlere baktığımız zaman “yeni dünya düzeni” neticesinde özellikle akaryakıt sektöründeki birim fiyatları incelediğimiz vakit krizlerin enerji birim fiyatlarını yükselttiğini görmekteyiz. Mevzumuz ekonomi olmamasından ötürü bu kadar ile yetinmekteyiz. Ancak “Para Hakimleri” başlığı altında detaylıca inceleyeceğimiz mevzularda hem krizlerin neticeleri hem de enerjinin ehemmiyeti neticesinde sermaye artışı ve bu artış neticesindeki yatırım gücü ile risk faktörünün ortadan kalmasının ardından kriz havası oluşturmanın detaylarını inceleyeceğiz. Konumuzun, Musul’un elimizden çıkışı haricinde ekonomik bağlantılarını incelemek isterseniz “Para Hakimleri” başlığı altındaki “Krizler” bölümünü inceleyiniz. Şunu sadece söylememiz gerekir ki sanayinin artık önüne geçilemez tek kuvvet olduğu dönemde, enerji bölgelerinin hakimiyetini kazanmak, büyümek veyahut güçlenmek adına atılabilecek ilk adımdır. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında da bu konu fazlası ile değerlendirilmiş olup, İngiltere’nin bir çok oyununa karşı müdafaa etmemiz gereken çok hassas bir bölge elimizden çıkıp gitmiştir. Musul’un elimizden çıkması sadece enerji olarak kaybımıza değil, uzun süredir devam eden Kürt isyanının da 3 vilayetimizin birleşimi halinde olan Irak Devleti için de risk teşkil etmiş, son yıllara kadar uygulanan baskı politikaları neticesinde nihayet işgale maruz kalarak parçalanma sürecine girmiştir. Parçalanma neticesinde sadece o bölgede yaşayan İslam ahalisi zor durumda kalmamış, sınırlarımız da çok ciddi tehlike altında girmiştir. Zaten yıllar süren ve ekonomik manada belimizi büken terör belası üstüne bir de çevremizdeki karışıklıklar eklenince doğu bölgesindeki ahalimizin sıkıntıları hakkında da tahminlerde bulunmak çok zor değildir.

Musul’un bünyesinde barındırdığı petrol yatakları sayesindeki ehemmiyetini ise çok eski dönemlerde de bilinmekte, Asuri’ler döneminde “kendiliğinden yanan” diye tabir edilen bu topraklar “kutsal” şeklinde bahsi anlatılmaktadır.

Abdülhamid Han’ın petrol ile ilgili yaptığı çalışmalar neticesinde bölgedeki toprakların elden çıkmaması/satılmaması için üzerine alması da yine vaktiyle harcanmış ancak ileride heba olmuş çabalara örnektir. (22) Lakin önce millileştirme ardından da hanedanın “vatansız” olarak sürgüne gönderilmesi, hukuken bu adımları geçersiz kılmıştır.

Musul-Kerkük-Tartus-Banyas petrol boru hattının 1980 yılında 138 milyon ton üretim kapasitesine ulaşmış, savaşlar sürecinde gerilemesinin ardından tekrar yükselişe geçmiştir. Sürekli gelgit bir tablo çizen Irak petrolü, ambargo döneminde faciaya uğramış ve ülke ekonomisi adeta yok olmaya yüz tutmuştur.(23)

Kaynak miktarı ile alakalı olarak halen daha çalışmalar devam etse de ülke ekonomisine muazzam etkisi olabilecek bu bölgenin elimizden nasıl çıktığını inceleyelim.

Şunu ifade etmemiz gerekir ki Abdülhamid Han’ın yaptığı çalışmalar neticesinde İngiltere ile beraber bölgede petrol aramaları vuku bulmuş, ancak Abdülhamid Han’ın istihbaratçılarını hamal, amele kılığına sokarak bölgedeki icraatlara anında vakıf olmasının yanında belirlediği haritanın ortaya çıkması da bölgenin hakimiyet altına alınmasındaki ehemmiyet biraz daha ciddi ortaya çıkmaktadır. Lakin yukarıda da bahsettiğimiz gibi hanedanın sürgüne gönderilmesi tüm haklarımızı çöpe atmamıza sebep olduğundan meseleyi sadece İngiliz oyunu olarak değerlendirme çabasına gidilmektedir.

İngiltere, 3 Kasım 1918 tarihinde işgal etmiştir. Misak-ı Milli kararlarına göre ise bu bölge bizde kalması gereken halde idi. İngiltere, devletler hukukuna aykırı surette gerçekleştirdiği bu işgali Lozan’da mütarekenin Türk heyetine ulaşmasından önce işgal gerçekleştiğini ve “…mütarekeden sonra askeri harekatta bulunulmayan harp yoktur” diyerek saptırmıştır.(24)

Musul konusunda İngiltere’nin uyguladığı savaş blöfü maalesef heyetimiz tarafından fark edilmemiş ve İngiltere’nin politikalarına direnememiştir. Lord Gürzon’un,(25) ifadelerine bir göz gezdirelim ;

İngiltere Başvekilliği’nden Lord Gürzon’a ; Şimdiye kadar aşmaya muvaffak olduğun güçlükler çoğalmakta. Gazetelere bakarsak Türkler’in Musul konusunda anlaşmamaları muhtemeldir. Bundan daha kötü bir şey olamaz. Bütün dünya, petrolün hatrı için anlaşmayı reddettiğimizi söyler. (26)

Bu mektuptan anlaşılacağı üzere Musul meslesinde İngiltere’nin de ciddi endişeleri vardır. Bu endişelerin ardında şüphe yoktur ki İngiltere’nin de Türk heyetinin de savaştan uzak durmak zorunda olduklarıdır. Netice itibariyle İngiltere başta olmak üzere düşmanlarımız da çok ağır kayıplar vermişler ve yeni bir savaşa girebilme ihtimalleri yoktur.

İngiltere Başvekilliği’nden Lord Gürzon’a ; Kanaatlerimi tam olarak bilmene rağmen muhtemel bir ihtilafı önlemek için kanaatimce hayati ehemmiyette olan iki şeyin olduğunu hatırlatmam belki iyi olur;

Birincisi Musul için harbe gitmemeliyiz. Sevr’den kalanı yürürlüğe sokmak için Türkler ile yalnız başımıza savaşmayacağız. Bu noktalar hakkındaki fikrim o kadar kat’idir ki, önceden kestirilemeyecek bir sebep hariç hiç bir şey fikrimi değiştirmez. (27)

Ancak kabiliyeti belirsiz heyetimiz Lord Gürzon’a Musul meselesinin zabıtlara geçmeden görüşülmesini talep etmesi üzerine(28) Gürzon fırsatını bulmuş ve olayı Cemiyet-i Akvam’a götürmeyi başarabilmitir. (29)

Musul meselesinin Cemiyet-i Akvam’a gönderildiği an kaybedildiği bir gerçektir. Çünkü o dönemlerde bizim lehimize olabilecek hiç bir devlet bulunmadığı gibi, kapitülasyonlar meselesinde de ıslaha gidilmemesi neticesinde belki sadece destek alabileceğimiz Fransa’dan da umudumuzu kaybettik.(30)

Musul ile ilgili olarak TBMM’deki tartışmalarda da elimizden çıkışı sert bir dille eleştirilmiştir. Bu konudan da kısaca bahsedelim ; (31)

(Operatör) Emin Bey ; “Antalya ve havalisini düşün. Efendiler, yal­nız Musul ile kalmaz, Musul’u verdiğimiz gün hu­dut Erzurum’dur.” … “Hariciye Vekili hangi zihniyete binaen bir sene sonra İngilizleri bize celbedecektir? Bunlar vahi şeylerdir, bunlar,
dolaya düşmektir.”

Mustafa Bey ; ingilizler şimdiye kadar nereye girmişte çıkmıştır?

Mustafa Durak Bey ; Musul’un bir sene sonraya taliki demek arkadaşlar, Türkçe’de bir darbı mesel vardır, sona kalan dona kalır. Musul’u gaip etmek demektir. Musul’u kayıp ettikten sonra, senin Şark’da bir yerin kalmamıştır.

Rauf Bey’in müdafaası neticesinde Siirt Mebusu Necmettin Bey ile Rauf Bey arasındaki münakaşa calibi dikkattir.;

Necmettin Bey ; Rauf Beyefendi; geçen celsei hafiyelerde Musul hakkındaki beyana­tınızda Musul’un fevkalade ehemmiyetli olduğunu ve Musul’un terki vilâyatı şarkiyenin hepsini terk etmek olduğu kanaatinde olduğunuzu ifade buyurdunuz. Teb­dili kanaat mı ettiniz? Yoksa tebdili kanaat için bir mecburiyet mi gördünüz?
Hüseyin Rauf Bey ; Kanaatim o günkü gibidir. Ve sabit kademim.
Necmettin Bey ; Çünki Cemiyeti Ak­vama vermek İngilizlere vermek demektir.
Hüseyin Rauf Bey ; Değildir öyle. (Gürültüler)
Necmettin Bey ; Cevap olmadı. Re­is Paşa Hazretleri cevap isterim.

Ayrıca tutanaktan da anlaşılacağı üzre tartışmanın içerisine Misak-ı Milli kararlarına Cemiyet-i Akvam’ın dahil olup olmaması da girmiştir. Cemiyet-i Akvam’ın Misak-ı Milli’de bulunmaması bir yana, reye tabii olunmasından ötürü mantıken de kabul edilmesi mümkün değildir. Kaldı ki tartışmalar sırasında yukarıda da belirttiğimiz gibi kıyaslamalar tamamen Misak-ı Milli’ye göre yapılmış olup, Sevr ile kıyaslayıp, “bu kadar oldu” mantığını dile getirmeler ancak sonraki yıllarda mecburi savunma metni olarak hafızalarda yer edinmeye başlamış “paçozluk” yöntemidir.

Tartışmalara devam edelim ;

Mustafa Kemal Paşa’nın sözlerine dikkat buyurunuz ;
“…Musul’u vermemekte ısrar edersek muharebeye dahil oluruz. Binaenaleyh, Musul mes’elesini bir seneye kadar hal etmek üzere talik edip sulhe geçmek ve muharebeyi kabul etmemek mümkün müdür? Kabil midir ve faideli midir?” “…Musul meselesinin hallini muharebeye girmemek için bir sene sonraya talik talik etmek demek, oradan sarfı nazar ermek demek değildir. Belki bumun istihsali için daha kuvvetli ola­bileceğimiz bir zamana intizardır. Bu gün sulh yapa­rız, bir ay sonra iki ay sonra Musul mes’elesini hal et­meye kıyam ederiz. Fakat bu gün Musul mes’elesini halletmek istediğiniz vakit bu mes’elede karşınıza ya­lnız İngiliz değil, Fransız. İtalyan, Japon ve bütün dünyanın düşmanları vardır.”

Lord Gürzon ile İngiltere arasındaki yazışmalar bize harp blöfünü fazlasıyle izah etmektedir. Buna mukabil anlaşıldığı üzre blöf fark edilmemiştir.

İhsan Bey’in sözlerine dikkat buyurunuz ;
“Musul gidiyor, bu ne kadar muazzam iş…Yarın İngilizler orada bir Kürt davası yapacaklar. İğtişaş yapacaklar,”

“…Musul’u isteriz. Ne ile? Harp ile mi? Evet harp ile pekala. Gel Erkânı Harbiye Reisi, gel Başkuman­dan, gel Harbiye Nazırı, Musul için bir harbe ka­rar verdiğiniz zaman hangi devletler muhasım olarak karşınıza çıkacaktır? Bunların kuvvetleri ne kadardır. Menabii nedir, vesaiti nedir, vaz’ı malileri nedir? Senin buna karşı çıkaracağın kuvvet nedir? Ümidi muvaffakiyet yüzde kaçtır? Cevap menfi midir, müs­pet midir? Müspet. Bitti efendiler, harp var. Cevap menfi, harp edemeyiz. Ey ne olacak? Harp edeme­yiz. Sulhen hal edemeyiz. İlla sulhu isteriz, Musul’u isteriz. Bence bunun manası yoktur.”

İhsan Bey, fikirleri ile hem vaktiyle o bölgede yaşanan kargaşaların neticelerini bizlere iletmekte hem de İngiltere’nin harp blöfünü gördüğünü dile getirmektedir. Lakin hey’etimiz bu görüşlerin oldukça uzağındadır.

KAYNAKÇA

1) (Konu hazırlandığında link eklenecektir) Azade örgütü Şeyh Said’in akarabalarının kurduğu ve isyanda baş rolü oynayan, İngiltere ile iş birliği neticesinde ülke bütünlüğüne zarar vermeyi amaçlayan o günlerin Pkk’sıdır. Ancak sistem Dersim’de yaşananları örtpas edebilme adına Azade örgütünün yaptıklarını bölge halkına mal ederek haklılığını göstermeye çalışmaktadır. Detaylar Dersim başlığı altında ve Mufassal Tarihçe-i Hayat adlı Abdülkerim Badıllı’ya ait belgeler ve Devlet Arşivleri belgeleri ile yayınlanacaktır.
2) Sevr, her ne kadar Osmanlı tarafından kabul edilse de Osmanlı İmparatorluğu muahedenin hemen akabinde “Milli Mücadele” sürecini başlatmış ve gerekli önlemleri almıştır. Ancak md. 7 deki garabet yüzünden ve Osmanlı’nın ecnebilere karşı çaresizliği dolayısıyla ekonomik sonuçlar kısmında detaylı bir şekilde bahsedeceğimiz facialara sebep olmuştur. Lakin kazanılmış savaş neticesinde bu felaketler başka bir faciaya dönüşmüş ve Türk halkı tarihinin en büyük “mali kazığını” yemiştir. Bunun yanında hem Kamal Atatürk’ün Nutuk’unda hem de İsmet İnönü’nün hatıralarında “proje” olarak geçmektedir.
3) (Konu hazırlandığında link eklenecektir) İsmet İnönü, bir çok demecinde “bottan başka ayakkabı giymedim” sözünü sarf ederek zaten bu işlerden pek anlamadığını beyan etmiştir. Detayları İnönü döneminde yer alacaktır.
4) (Konu hazırlandığında link eklenecektir) Detaylı bilgi için Cumhuriyet Tarihimiz 2013- kısmında “Kanal İstanbul” kısmına ve mevcut muahedenamenin “Boğazlar Meselesi” kısmına bakınız.
5) Elefterios Venizelos ; Yunan başvekil ve işgal komutanı. Lozan Sulh Muahedenamesi’nde Yunanistan’ı temsilen katılmıştır. Özellikle hapishanedeki mahkumları çıkartması soykırım gibi bir amacı için çok önemlidir. Zira kendilerini mahkum eden ve cinsel talepleri konusunda uzun süredir çaresiz kalan bu insanların içlerindeki kin başka hiç bir yerde bulunamazdı. Venizelos’un bu şekilde cüretkar davranmasının ardında hiç şüphe yok ki İngiltere’nin desteğinin olması vardır. İngiliz kavmi ile alakalı olarak söylenecek çok fazla söz vardır fakat tüm dünyada pislik olarak kabul edilen bu ırk hakkında ne desek az gelir. Yıllar sonra yapılan açıklamalarda Venizelos’u göndermenin hata olduğunu kabul eder gibi gösteriler yapması, Milli Mücadele sürecinin neticelerinin bir gün karşılarına çıkma ihtimalinden öte olmayan şovenistlikten ibarettir.Venizelos 7 Eylül 1920 tarihinde yunan meclisi tarafından yunanistanın kurucu ve kurtarıcısı olarak tanıtılmaya başlamıştır. Ancak ne hikmetse hem onlar hem biz kurtarıcımız olarak birbiriyle savaşan insanları tanıyoruz. (Kamal-Venizelos) Birisi “savaşı kaybetmiş” yunanlıların kurtarıcısı birisi ise “savaşı kazanmış” Türklerin kurtarıcısı ama ne hikmetse göreceğiniz raporların neticesinde biz değil onlar kurtulmayı başarmışlardır. Soykırım girişimine teşebbüs etmelerinin ardında da İngiltere’nin Yahudi himayesi altında yer alması bulunmaktadır. Yahudilerin çekirge sürüsü misali girdikleri ve ele geçirdikleri bölgelerdeki uyguladıkları strateji, Talmut protokollerinde de açıkça ifade edildiği üzere “diğerlerinin kadınları helaldir” felsefesine dayanır. Bu uygulama sadece bizde değil, dünyanın bir çok memleketinde gerçekleşmiştir. En güzel örneklerden kıyım efsanesine dayalı olan ve onlarca kere propagandalara malzeme yapılan “hayali Yahudi katliamı” sırasında Çekoslavakya’da ki barış günü gerçekleştirilen katliamda da hemen aynı zihniyet vardır. Hitler’in temerküz kamplarını ele geçiren Slanky – Salzman idaresindeki Yahudi Komünistler, kamplarda intikam ile dolu olan insanları toplamışlar ve tarihin en şiddetli katliamlarından birisi gerçekleşmiştir. Louis Marschalko / The Word Conquerors / Çeviri Cüneyd Emiroğlu Dünya Hakimleri “Yahudi” – 5. baskı İstanbul 2014 Sh.135
6) Rum kelimesi Romalı anlamına gelir. Arapların Romalı yerine Rum demesi üzerine literatürümüze de Rum olarak geçmiştir. Rumlar denildiği zaman farklı bir etnik unsur arama hatasına düşülmektedir. TDK veri tabanında Rum kelimesi için iki anlam yer almış olup, birinci anlamı olan “yunanlı” manası hatalıdır. Yunan kaynakların hiç birisinde kökenlerinin rumlara uzandığı bilgisi yer almaz. İkinci anlamında ise Romalı halkına verilen genel ad bilgisi yer almaktadır hakikatı da budur.
7) T.C. Genel Kurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivleri Kl : 14 Dos. 55 F. 78-14  4-5 Haziran 1919 / Resim 1
8) David Walter / Çanakkale Olayı – Genelkurmay Başkanlığı / Yunan Vahşet ve Soykırım Girişimi – Em Kr.Alb. Talat Yalazan – 1994 Genelkurmay Basımevi
9)T.C. Genel Kurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivleri Kl : 14 Dos. 55 F. 81,81-2,81-3  19 Temmuz 1919 / Resim 2
10) Genelkurmay Başkanlığı / Yunan Vahşet ve Soykırım Girişimi – Em Kr.Alb. Talat Yalazan – 1994 Genelkurmay Basımevi Sh.13
11) Yunan Mezalimi Türkün Siyah Kitabı / K.Mısıroğlu sh.173
12) http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d01/c001/ehttbmm01001016.pdf
13) Zorla Hristiyanlaştırdıkları insanlara ayrıca isimler takmışlardır. Selanikli Şevket Efendi Lefter, Ramazan Efendi Dimitri ismini almıştır. / İzmir Müdafaa-yi Osmaniye Cemiyeti’nden Tevfik Paşa’ya gönderilen rapor K.Mısıroğlu a.g.e. sh. 177
14) Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü – Dr. Zekeriya Türkmen İzmir’in İşgali Olayı ve Yunanlıların 8. Kolordu Mensuplarına Yönelik Gasp ve Yağmalama Hareketleri – 2001
15) Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü – Dr. Zekeriya Türkmen İzmir’in İşgali Olayı ve Yunanlıların 8. Kolordu Mensuplarına Yönelik Gasp ve Yağmalama Hareketleri – 2001
16) Genelkurmay Başkanlığı / Yunan Vahşet ve Soykırım Girişimi – Em Kr.Alb. Talat Yalazan – a.g.e. Sh. 15 Burada ayrı bir husus dikkat çekmektedir. “Şapka Faşizmi” kısmında detaylıca değinecek olduğumuz faşizmin savunulması sırasında “fes Yunan kültürüne aittir” şeklinde savunmalar yapılmaktadır. Hal bu ki fesin üzerinde tepinen bu kudurukların halleri tam aksini söylemekle kalmıyor, devrim denilen faşizmin kimlerin hoşuna gidecek bir iş olduğunu da gözler önüne seriyor.
17) Başbakanlık Osmanlı Arşivi D.: 2703 – 20 Haziran 1919
18) Başbakanlık Osmanlı Arşivi D.: 17 – 11 Ağustos 1919 / DH. KMS – 52-4/3
19) Başbakanlık Osmanlı Arşivi D.: 30 Ekim 1919
20) Başbakanlık Osmanlı Arşivi Yayın Nu: 30 Sh. 81 / 83 – Soma 08.11.1919 – Nazilli 08.11.1919 – Karesi 10.11.1919 Tarihli telgraflar.
21) Başbakanlık Osmanlı Arşivi D.:148 – 19 Şubat 1920
22) Kadir Mısıroğlu – Lozan Zafer Mi? Hezimet Mi? C.2 Sh. 114
23) Irak’ın Başlıca Coğrafi Özellikleri ve Petrol Yatakları – Prof.Dr. Hayati DOĞANAY (Atatürk Üniversitesi, Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi, Coğrafya Eğitimi Bölümü / Erzurum – Yrd.Doç.Dr. Selçuk HAYLİ (Fırat Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü / Elazığ)
24) Lozan Tutanakları
25) Lord Gürzon (Curzon) : Lozan’a katılan heyetteki İngiliz temsilcisi
26) Earl of Ronaldshay – The Life Of Lord Curzon / Londra 1928 Sh. 332
27) Earl of Ronaldshay – The Life Of Lord Curzon / Londra 1928 Sh. 333
28) Earl of Ronaldshay – The Life Of Lord Curzon / Londra 1928 Sh. 333
29) Earl of Ronaldshay – The Life Of Lord Curzon / Londra 1928 Sh. 333
30) Kapitülasyonların kaldırılması icap etmektedir. Lakin hem Musul meselesinde Fransa’nın desteğini almamız açısından hem de tazminat meselesi ve borçların kabulünden ötürü girdiğimiz mali durumdan ötürü dışa bağımlı ekonomimiz, kapitülasyonları aratmayacak seviyededir. Bu gerekçeyle mali facianın eşiğinde kalmışken en azından Musul için bu mesele zaten ıslaha razı olan Fransa’nın isteklerinin kabulü ile daha verimli hale getirilebilirdi. Netice itibariyle yaşadığımız mali felaket, bizi yıllarca ecnebilerin eline mahkum eden anlaşmalara sevk etmiştir ve kapitülasyonlar kadar olmasa da yine de onunla yarışabilecek bir mahkumiyet ile sonuçlanmıştır. Detaylı bilgiler için Lozan’da Kapitülasyonlar kısmına bakınız.
31) TBMM Gizli Celse Zabıtları 27 Şubat 1923 200 ncü İnikat 1, 2, nci Celse

Yorum bırakın